lâyıkı veçhile alâkadar olunmaz. Ne caniyane ve ahmakane bir ruhtur ki, üflemekle bu güneşi söndürmek düşünürler...
İşte bu ışıklı yolunuzda Sahib-i Kevser’in delâletiyle Kevser’i buldunuz. Şefii’l-Mahşerin izniyle Kevser ırmağının menbaında durarak وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا ayet-i celilesini okuyor ve; “Ey nâs! Kim ki ebedî hayat ister, işte âb-ı hayat. Kim ki yolunu şaşırmış, işte vesile-i necat. Kim ki küfür ve inadından dönmez, onu bekliyor şedid azab ve ikab.” ilâ âhir.. gibi nurlu beyanatınızla her taifeyi ihya, ikaz ediyorsunuz.
Sizi kudsî hizmetinizde, –alâ kadri’t-tâka– takibe çalışan dost, kardeş ve talebelerinize birer maşraba vererek; muhtaçlara gıda, zaif ve marizlere ilâç, zalim ve kâfirlere semm-i katil olan mâ-i kevserden ulaştırmayı emrediyorsunuz. Sizin kudsî hizmetinizle, irşadınızla açılan hakikat ufkuna bakınca, Kur’an’ın hudutları tayin ve tahdid edilmeyecek kadar vasi bir havz-ı ekber olduğunu; Fatiha besmelesinin ب menbaından gelen, her birisi ayrı lezzette, ayrı şiddette, ayrı kuvvette “Sureler” namında, yüz on dört âb-ı hayat şubelerinin kevser musluğundan bu havuza akmakta olduğunu görür gibi oluyoruz...
İdrak-i maali, bu küçük akla gerekmez;
Zira, bu terazi o kadar sıkleti çekmez! (2)
El ele, omuz omuza vererek himmet ve gayret-i Hudâ-pesendaneleriyle mazhar-ı takdir olan uhrevî kardeşlerime selâm ve dualar eder ve muvaffakiyetler temenni ile dualarını istirham eylerim...
Hulûsi
*
(Hulûsi Bey’in fıkrasıdır.)
Üstad-ı muhteremim efendim,
Bu mektubun mühim bir hususiyeti var. O da, tarik-ı velâyet serlevhasını taşıyan ve çok ehemmiyetli bir mevzuu ihtiva etmesidir.