Dördüncü Hakikat:
Ey nefs! (1) Kâinatın uzak çöllerine gidip Sâniin ispatına deliller toplamaya ihtiyaç yoktur. Bir kulübecik hükmünde bulunan içerisinde oturduğun cisim kafesine bak! Senin o kulübenin duvarlarına asılan icad silsilelerinden, hilkatin mucizelerinden ve harika sanatlarından, kulübeden harice uzatılan ihtiyaç ellerinden ve pencerelerinden yükselen “Ah!”, “Oh!” ve eninler lisan-ı hâliyle istenilen yardımlarından anlaşılır ki, o kulübeyi müştemilâtıyla beraber yaratan Hâlikın, o ah u eninleri işitir, şefkat ve merhamete gelir, hâcat ve âmalin ne varsa taht-ı taahhüde alır. Zira, senin kafandaki (2) o küçük küçük hüceyratın nidalarına “Lebbeyk!” söyleyen o Sâni-i Semi’ ve Basîrin, senin dualarını işitmemesi ve o dualara müsbet cevaplar vermemesi imkân ve ihtimali var mıdır?
Binaenaleyh, ey bu küçük hüceyrelerden mürekkeb ve ene ile tabir edilen hüceyre-i kübra! O kulübeciğin küçüklüğüyle beraber, dolu olduğu harika icadlarını gör, imana gel! Ve, “Yâ İlâhî! Yâ Rabbî! Yâ Hâlikî! Yâ Musavvirî! Yâ Malikî ve yâ men lehü’l-mülkü ve’l-hamd! Senin mülkün ve emanetin ve vedian olan şu kulübecikte misafirim, malik değilim” de; o bâtıl temellük davasından vazgeç! Çünkü o temellük davası, insanı pek elîm elemlere maruz bırakır. (3)
Nükte
Arkadaş! İman, bütün eşya arasında hakiki bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihad rabıtalarını tesis eder.
Küfür ise burûdet gibi bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki, mü’minin ruhunda adavet, kin, vahşet yoktur.