Ezcümle: اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ فيهِۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَديثاً olan ayet-i kerime, büyük bir şiddet ve kuvvetle haşrin icadına söz veriyor. Fakat, bazı insan pek nankördür ki; bütün mevcudat, sıdkına ve hak olduğuna delâlet ettiği o Malikü’l-mülkün sözlerini tasdik etmez, kendi hezeyanına ve ahmaklığına itimad eder.
Ve keza, bu âlemde pek ihtişamlı bir rububiyet âsarıyla şaşaalı bir saltanatın şuaları görünmektedir. Evet, görüyoruz ki, koca arz –sekenesiyle beraber– ehlî, zelil, muti bir hayvan gibi o rububiyetin emri altında beslenir. Güzde ölmesi, baharda dirilmesi ve bir mevlevî gibi raks ve hareketi ve sair bütün işleri o emre tabi olduğu gibi, şemsin de seyyaratıyla tanzim ve teshiri ve sair vaziyetleri o emre bağlıdır. Halbuki, azametli şu rububiyet-i sermediye ve bu saltanat-ı ebediye şöyle zayıf, zail, muvakkat temeller ve esaslar üzerine bina edilemez. Ve bu mütebeddil, belalı, kederli, fani dünya üzerine kaim olamaz. Ancak, bu dünya o azametli rububiyetin pek azim ve geniş dairesi içinde insanları tecrübe ve imtihan, kudretin mucizelerini teşhir ve ilân için kurulmuş muvakkat bir menzildir ki, tahrip edilip pek muazzam, geniş, ebedî ve bakî bir âleme cüz olmak için tebdil edilecektir. Binaenaleyh, bu tebeddülât ma’razı olan âlemin Sânii için diğer tagayyürsüz, sabit bir âlemin vücudu zaruridir.
Maahaza zâhirden hakikate geçen ervah-ı neyyire ashabı ve kulûb-u münevvere aktabı ve ukûl-u nuraniye erbabı ve kurb-u huzur-u ilâhide dahil olanlar, o Zat-ı Zülcelâlin, mutiler için bir dâr-ı mükâfat ve âsiler için bir dâr-ı mücazat ihzar ettiğini ve pek metin vaadler ile şedid tehditleri olduğunu