İşte nokta-i istimdad ve kavga ve müzahemetin meydanı olan dağdağa-i hayata hücum gösteren âlemin binlerce musibet ve müzahemelere karşı yegâne nokta-i istinad yine marifet-i Sânidir. Evet her şeyi hikmet ve intizam ile işliyen bir Sâni-i Hakîme itikad etmezse ve ale’l-amya kör tesadüflere havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse, ister istemez tevahhuş, dehşet, telâş, havfdan mürekkeb bir hâlet-i cehennem-nümûn ve ciğer-şikâfe düşecektir. O ise eşref ve ahsen-i mahlukat olan ruh-u insaniyetin her şeyden ziyade perişan olduğunu istilzam eder. O ise, intizam-ı kâmil-i kâinattaki nizam-ı ekmele zıt oluyor. Şu nokta-i istimdat ve nokta-ı istinad ile bu derece nizam-ı âlemde hüküm-fermalık, hakikat-ı nefsü’l-emriyenin hassa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan Sâni-i Zülcelâl marifetini kalb-i beşere daima tecelli ettiriyor. Akıl gözünü kapasa da, vicdanın gözü daima açıktır. Sâni-i Zülcelâl bu dört bürhan-ı azimin kat’î şehadetleriyle Vacibü’l-Vücud, Ezelî, Vahid, Ehad, Ferd, Samed, Alîm, Kadîr, Mürid, Semi’, Basir, Mütekellim, Hayy, Kayyum olduğu gibi bütün evsaf-ı celaliye ve cemaliye ile muttasıftır. Zira mukarrerdir ki; masnudaki feyz-i kemal, Saniin zıll-i tecellisinden muktebestir. Demek, kâinatta ne kadar hüsn-ü cemal, kemal varsa, umumundan lâyuhad derecede, yüksek tabakada evsaf-ı cemaliye ve kemaliye ile Sâni-i Zülcelâl muttasıftır. Zira, ihsan servetin, icad vücudun, icab vücubun, tahsin hüsnün, tenvir nurun fer’i ve delili olduğu gibi; bütün kâinattaki bütün kemal ve cemal, Sâni-i Zülcelâlin kemal ve cemaline bir zıll-ı zalildir ve bürhanıdır.
Hem de, Sâni-i Zülcelâl cemi nekaisden münezzehdir. Zira, nevakıs mahiyet-i maddiyatın istidadsızlığından neşet eder. Zat-ı Zülcelâl maddiyattan