Kezalik, kudret-i ezelî kitabından olan bir masnu, kendi nefsine kendi cirmi kadar ve bir vecihle delâlet eder. Amma Nakkaş-ı Ezeliye pek çok vücuhla delâlet eder. Ve kendisine tecelli eden esmadan uzun bir kasideyi inşad eder. Kavaid-i mukarreredendir ki: “Mana-yı harfi, kasdi hükümlere mahkum-u aleyh olamaz. Ve o mana-yı harfinin inceliklerine tetkikat yapılamaz. Fakat mana-yı ismî, sadık, kâzib her hükme mahal olur.” Bu sırra binaendir ki, mana-yı ismî ile kâinata bakan felâsifenin kitaplarında kâinata ait hükümler, nefsü’l-emirde örümceğin nescinden zaif ise de, zâhire göre daha muhkem görünüyor.
Ehl-i kelâm, felsefî meselelerde ve ulûm-u kevniyeye mana-yı harfiyle, istidlâl için tebeî bir nazar ile bakıyor. Hatta şemsin sirac olması, arzın beşik, cibalin evtad olması, ehl-i kelâmın müddealarını isbata kâfidir. Hattâ ehl-i kelâmın reyleri, hiss-i umumiye ve tearüf-ü amme mutabık olduktan sonra, vakıa mutabık olmasa bile onların müddeasına zarar vermez ve tekzibe de mustahak olmazlar. Bunun içindir ki, ehl-i kelâmın reyleri mesail-i felsefiyede edna ve zaif görünür. Ama mesail-i ilâhiyede demirden daha metindir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenab-ı Hakkın günahkârları affetmesi fazl’dır, tazib etmesi adl’dir. Evet zehiri içen adam, âdetullaha nazaran hastalığa, ölüme kesb-i istihkak eder. Sonra hasta olursa, adl’dir. Çünkü cezasını çeker. Hasta olmadığı takdirde, Allah’ın fazlına mazhar olur. Masiyet ile azab arasında kavi bir münasebet vardır. Hatta ehl-i i’tizal, masiyet hakkında doğru yoldan udûl ile masiyeti, şerri Allah’a isnad etmedikleri gibi, masiyet üzerine tazibin de vacib olduğuna zehab etmişlerdir. Şerrin azabı istilzam ettiği, rahmet-i ilâhiyeye münafi değildir. Çünkü şer, nizam-ı âlemin kanununa muhaliftir.