- Sen muzaffer olacaksın; Cenab-ı Hak seni galib edecek.
O demiş:
- Ben Allah’ın emriyle cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir.
İşte o zat, bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.
Evet, insanın elindeki cüz-i ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenab-ı Hakka ait netaici düşünmemek gerektir. Meselâ: Kardeşlerimizden bir kısım zatlar, halkların Risale-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit zaiflerin kuvve-i maneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki üstad-ı mutlak, mukteda-yı küll, rehber-i ekmel olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ olan ferman-ı ilâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesi ile ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ü gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü, اِنَّكَ لاَ تَهْدِى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلكِنَّ اللّٰهَ يَهْدِى مَنْ يَشَاءُ sırrıyla anlamış ki; insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenab-ı Hakkın vazifesidir. Cenab-ı Hakkın vazifesine karışmazdı.
Öyle ise; işte ey kardeşlerim! Siz de, size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlikınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız!
İkinci Mesele: Ubudiyet, emr-i ilâhîye ve rıza-ı ilâhîye bakar. Ubudiyetin daîsi emr-i ilâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasden istenilmemek şartıyla, dünyaya ait