Kezalik bu kesif âlemde ruhanileri deverandan, cinnileri cevelandan, şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan menedecek bir mâni yoktur.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Göz, lamba, şems gibi nur ve nuranî şeylerde cüz’î küllî, cüz küll, bir bin müsavidir. Evet, şemse bak! Onun timsalleriyle seyyarat, denizler ve havuzlar, katre, kabarcıklar gibi bütün şeffaf şeyler kemal-i suhuletle temessül ediyorlar. Kezalik, Şems-i Ezelî şu kâinat kitabında bütün babları, fasılları, satırları, cümleleri, harfleri def’aten bilâ-külfet yazıyor. Ve ba’sü ba’del mevt’te dahi aynı bu suhulet vardır. “Hilkatiniz ve ba’siniz, bir nefsin hilkat ve ba’si gibidir” (1) diye Kur’an-ı Kerim emrediyor.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Her şeyi tahrik eden zerrat-ı müteharrikenin, muayyen hadlerine kadar hareket ettikten sonra tevakkuf ve durmalarına dikkat eden adam anlar ki; her şeyin hududunda daima harekette bulunan zerratı durdurup geri çeviren bir hudud bekçisi vardır. O zerratı taşmaktan menediyor. O bekçi ise, muhit bir ilmin tecellisidir ki, o tecelli kadere, kader de mikdara, mikdar da kalıba tahavvül eder. Demek, her şey içerisindeki zerrata bir kalıptır.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’an’ın ayetleri birbirini tefsir ettiği gibi, bu kitab-ı âlemin de bir kısmı, diğer bir kısmını izah ediyor. Meselâ: Maddiyat âlemi Cenab-ı Hakkın envar-ı nimetini cezbetmek için hakiki bir ihtiyaç ile şemse muhtaç olduğu gibi, âlem-i maneviyat dahi rahmet-i ilâhiyenin ziyalarını almak için şems-i nübüvvete muhtaçtır. Binaenaleyh, Resul-i Ekremin (a.s.m.) nübüvveti, şemsin kat’iyet ve vuzuhu derecesinde kat’î ve vâzıhtır.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Zîhayatın vücuduna terettüb eden semereler, yalnız kendisine, menfaatine, bekasına, kemaline mahsus değildir. Ancak o semerelerden bir hisse kendisine aittir. Baki kalan kısm-ı âzamı Hâlika raci’dir. Zîhayata ait, uzun bir zaman sonra husûle gelir. Hâlika raci’ kısım ise, bir anda husûle gelir. Meselâ: O zîhayat, esma-i hüsnanın tecelliyatına mazhariyetle Hâlikı evsaf-ı kemaliye ile tavsif ve lisan-ı hâliyle hamdetmiş oluyor.