وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ Yani, eğer onlar bir zevk, bir lezzet talebinde iseler, şu nifaklarında pekçok meâsi olduğu gibi, muvakkat bir lezzet bile yoktur. O nifak, ancak dünyada şedid bir elemi, ahirette de en şedid bir azabı intac edecek bir dalâlettir.
بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ Yani, yaptıkları kizbden pişman olup nedamet etmedikleri takdirde, beynennâs yalancılıkla teşhir ve bir alâmetle tevsimleri lazımdır ki, başkaları onlara itimad edip marazlarına maruz kalmasınlar.
Mezkûr cümlelerin eczaları arasında bulunan irtibat ve intizamın beyanına gelelim:
Münafıkların yaptıkları hileden takip edilen gayenin muhal olduğuna ve o muhaliyeti göz önüne getirip çirkin bir şekilde gösterilmesine tasrih edilmek üzere يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذِينَ اٰمَنُوا cümlesinde, münafıkların amelinden müşareket bâbından –muzari sigasıyla– “hud’a” ünvanıyla tabir edilmiştir.
Ve keza makamın iktizası hilâfına اَلنَّبِىُّ ’ye bedel اللّٰهُ ; ve اَلْمُؤْمِنُونَ ’ye bedel وَالَّذِينَ اٰمَنُوا zikredilmiştir. Çünkü, يُخَادِعُونَ اللّٰهَ ’nin maddesinden nefret çıkar, sigasından devam ve istimrar çıkar, bâbından müşareket çıkar. Müşareket ise müşakeleti, yani mukabele-i bilmisli icab eder. Müşakelet ise, onların seyyielerine karşı seyyie ile mukabele edileceğini istilzam eder. Demek onların devam ile yaptıkları şu kötü fiil nefisleri titreten bir nefreti intac ettiği gibi, takip ettikleri garazın da akim kaldığına delâlet eder. اللّٰهُ kelimesinin tasrihinden de, garazlarının muhal olduğuna delâlet vardır.