Ehl-i Cebrin nokta-i nazarları, “Ölecekti”. Çünkü, onlarca, taallûk ikidir ve sebeple müsebbeb arasında inkıta caizdir. Ehl-i İtizalce, “Ölmeyecekti.” Çünkü, onlarca, muradın iradeden tahallüfü caizdir. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatçe, bu misalde sükût ve tevakkuf lazımdır. Çünkü, irade-i külliyenin sebeple müsebbebe bir taallûku vardır. Bu itibarla, sebebin ademi farz edilirse, müsebbebin de farz-ı ademi lazım gelir; çünkü, taallûk birdir. Cebir ve İtizal, ifrat ve tefrittir.
İKİNCİ BİR MUKADDİME
Ehl-i tabiat, esbaba hakiki bir tesir veriyor. Mecusiler biri şerre, diğeri hayra olmak üzere iki hâlika itikad ediyorlar. Ehl-i İtizal de, “Ef’al-i ihtiyarîyenin hâlikı abddir” diyor. Bu üç mezhebin esası; bâtıl bir vehm-i mahz, bir hata ve huduttan tecavüzdür. Bu vehmi izale için, birkaç meseleyi dinlemek lazımdır.
Birincisi: İnsanın dinlemesi, konuşması, düşünmesi cüz’î olduğu için, teakub suretiyle eşyaya taallûk ettiği gibi, himmeti de cüz’îdir; nöbetle, eşya ile meşgul olabilir.
İkincisi: İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.
Üçüncüsü: İnsan hangi bir şeye teveccüh ederse onun ile bağlanır ve onda fani olur. Bu sırra binaendir ki, insanlar, hasis ve cüz’î şeyleri büyük adamlara isnad etmezler; ancak esbaba ve vesaile atfederler. Sanki, hasis işler ile iştigal onların vakarına münasip olmadığı gibi, cüz’î şeyler de onların azim himmetlerini işgal etmeye layık değildir.
Dördüncüsü: İnsan, bir şeyin ahvalini muhakeme ettiği zaman, o şeyin rabıtalarını, esbabını, esaslarını evvelâ kendi nefsinde, sonra ebna-i cinsinde, sonra etraftaki mümkinâtta taharri eder. Hatta hiçbir suretle mümkinâta müşabeheti olmayan Cenab-ı Hakkı düşünecek olursa, kuvve-i vahimesi ile bir insanın mekayisini, esasatını, ahvalini mikyas yaparak Cenab-ı Hakkı düşünmeye başlar. Halbuki, Cenab-ı Hakka bu gibi mikyaslar ile bakılamaz; zira, sıfatı inhisar altında değildir.