Cevap: Birincisi: Fıtrat ile vicdan, ihtiyarî emirleri, ıztırarî emirlerden tefrik eden gizli bir şeyin vücuduna şehadet ediyorlar; tayin ve tabirine olan acz, vücuduna halel getirmez.
İkincisi: Abdin bir fiile olan meyelânı, Eş’arilerin mezhebi gibi mevcud bir emir ise de, o meyelânı bir fiilden diğer bir fiile çevirmekle yapılan tasarruf, itibarî bir emir olup, abdin elindedir. Eğer Maturidilerin mezhebi gibi o meyelânın bizzat bir emr-i itibarî olduğuna hükmedilirse, o emr-i itibarînin sübut ve tayini, kendisinin bir illet-i tamme olduğunu istilzam etmez ki, irade-i külliyeye ihtiyaç kalmasın. Çünkü çok defalar meyelânın vukuunda fiil vaki olmaz.
Hülâsa, âdetullahın cereyanı üzerine; hasıl-ı bilmasdarın vücudu, masdara mütevakkıftır. Masdarın esası ise meyelândır. Meyelân veya meyelândaki tasarruf mevcudattan değildir ki, bir müessire ihtiyacı olsun; madum da değildir ki, hasıl-ı bilmasdar gibi mevcud olan bir şeyin vücuduna şart kılınmasına veya sevap ve ikaba sebep olmasına cevaz olmasın.
Sual: İlm-i ezelînin veya irade-i ezeliyenin bir fiile taallûkları, ihtiyara mahal bırakmıyor?
Cevap: Birincisi: Abdin ihtiyarından neş’et eden bir fiile ilm-i ezelînin taallûku, o ihtiyara münafi ve mâni değildir. Çünkü müessir, ilim değildir, kudrettir; ilim, maluma tabidir.
İkincisi: İlm-i ezelî, muhit olduğu için, müsebbebatla esbabı birlikte abluka eder, içine alır. Yoksa ilm-i ezelî, zannedildiği gibi, uzun bir silsilenin başı değildir ki, esbabdan tegafül ile yalnız müsebbebat o mebdee isnad edilsin.
Üçüncüsü: Malum nasıl bir keyfiyet üzerine olursa, ilim öylece taallûk eder. Öyle ise, malumun mekayisi ve esbabı kadere isnad edilemez.
Dördüncüsü: Zannedildiği gibi, irade-i külliyenin bir defa müsebbebe, bir defa da sebebe ayrı ayrı taallûku yoktur; ancak müsebbeble sebebe bir taallûku vardır.
Bu mezheblerin nokta-i nazarlarını bir misal ile izah edelim:
Bir adam, bir aletle bir şahsı öldürse; sebebin madum olduğunu farz edersek, müsebbebin keyfiyeti nasıl olur?