Malumdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur –zekât ve cihadda olduğu gibi.–
Evet, اِنَّمَا تُعْرَفُ اْلاَشْيَۤاءُ بِاَضْدَادِهَا meşhur kaziyeden maksat, bir şeyin zıddı, o şeyin hakaik-i nisbiyesinin vücud veya zuhuruna sebeptir. Mesela, kubh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-i mütenahî olan mertebeleri tezahür etmezdi.
Sual: اَنْعَمْتَ fiil, مَغْضُوبِ ism-i mef’ul, ضَۤالِّينَ ism-i fail olarak zikirlerinde ve keza, üçüncü fırkanın sıfatını ve ikinci fırkanın sıfatına terettüb eden akıbetini ve birinci fırkanın ünvan-ı sıfatını aynen zikretmekte ne gibi bir hikmet vardır?
Cevap: “Nimet” ünvanı, nefsin daima meylettiği bir lezzet olduğundan ihtiyar edilmiştir. Fiil-i mazi olarak zikrindeki sebep evvelce beyan edilmiştir. İkinci fırka ise, kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecavüzüyle tecavüz ederek, ahkâmın terkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir –Yahudilerin temerrüdü gibi.– Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür etmez. Kur’an-ı Kerim, o zulmün akıbeti olan gadab-ı ilâhiyi zikretmiştir ki, nefsleri, o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin. İstimrar ve devam şe’ninde olan isimlerden ism-i mef’ul olarak zikredilmesi ise, şer ve isyanların devam edip, tevbe ve af ile inkıta etmedikleri takdirde kat’ileşeceğine ve silinmez bir damga şekline geçeceğine işarettir. Üçüncü fırka ise vehim ve heva-i nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle bâtıl bir itikada tabi olarak nifaka düşen bir kısım Nasara'dır. Dalâlet, nefisleri tenfir ve ruhları inciten bir elem olduğundan, Kur’an-ı Kerim, o fırkayı aynı o sıfatla zikretmiştir. Ve ism-i fail olarak zikrindeki sebep ise; dalâletin dalâlet olması, devam etmesine mütevakkıf olup, inkıtaa uğradığı zaman affa dahil olacağına işarettir.