Hikmet-i cedidenin nazariyatı ise şu merkezdedir ki: Görmekte olduğumuz, manzume-i şemsiye ile tabir edilen güneşle ona bağlı yıldızlar cemaati, basit bir cevhere imiş, sonra bir nev’i buhara inkılâb etmiştir. Sonra, o buhardan mayî-i nârî hasıl olmuştur. Sonra, o mayî-i nârî, burudet ile tasallüb etmiş, yani katılaşmış; sonra şiddet-i hareketiyle bazı büyük parçaları fırlatmıştır. O parçalar tekâsüf ederek, seyyarat olmuşlardır; şu arz da onlardan biridir.
Bu izahata tevfikan, şu iki meslek arasında mutabakat hasıl olabilir. Şöyle ki:
“İkisi de birbirine bitişikti, sonra ayrı ettik” manasında olan كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا ’nın ifadesine nazaran; manzume-i şemsiye ile arz, dest-i kudretin madde-i esîriyeden yoğurmuş olduğu bir hamur şeklinde imiş. Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi, mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir. وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَۤاءِ ayeti, şu madde-i esîriyeye işarettir ki; Cenab-ı Hakkın arşı, su hükmünde olan şu esîr maddesi üzerinde imiş; esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sâniin ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esîri halk ettikten sonra, cevahir-i ferde kalbetmiştir. Sonra, bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır; arz, bunlardandır. İşte, arzın –hepsinden evvel tekâsüf ve tasallüb etmekle acele kabuk bağlayarak uzun zamanlardan beri menşe-i hayat olması itibariyle– hilkat-i teşekkülü semavattan evveldir. Fakat arzın bast edilmesiyle nev-i beşerin taayyüşüne elverişli bir vaziyete geldiği, semavatın tesviye ve tanziminden sonra olduğu cihetle; hilkati semavattan sonra başlarsa da, bidayette, mebdede ikisi beraber imişler. Binaenalâ-hâzâ o üç ayetin aralarında bulunan zâhirî muhalefet, bu üç cihetle mutabakata inkılâb eder.
İkinci Bir Cevap: Ey arkadaş! Kur’an-ı Kerim tarih, coğrafya muallimi değildir; ancak, âlemin nizam ve intizamından bahisle, Sâniin marifet ve azametini cumhur-u nâsa ders veren mürşid bir kitaptır. Binaenaleyh, bunda İki Makam vardır: