kendisine tevcih-i kelâm etmeye başlar; veya iyiliklerinden bahsederken şevki ve aşkı galeyana gelir, hemen hayalinin karşısına getirir, kendisine hitap ile konuşmaya başlar. Bu, “iltifat” ile tesmiye edilen bir kaidedir. Bu kaidenin, lisan-ı Arabda büyük bir mevkii vardır. İşte Kur’an-ı Kerim, bu kaideyi takiben كَيْفَ تَكْفُرُونَ diyerek, siga-i hitap ile onlara tevcih-i kelâm etmiştir. Sonra, vaktâ ki bu makamda takip edilen maksat, iman, ibadet etmek ve küfran-ı nimet etmemek, küfrü reddetmek gibi geçen usul ve esasları isbat için lâzım olan delilleri zikretmektir. Ve delillerin en vazıhı, ahval-i beşer silsilesinden istifade edilen delillerdir ve nimetlerin en büyüğü, o silsilenin ukde ve düğümlerindendir. Kur’an-ı Kerim,
وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ olan ayet-i kerime ile, beş düğümlü, müretteb o silsile-i acibeye işaret etmiştir. Biz de o beş düğümü, beş meselede hâl ve beyan edeceğiz.
Birinci Mesele: كُنْتُمْ اَمْوَاتًا cümlesi ukdeyi, yani birinci düğümü açıyor. Şöyle ki:
İnsanın cesedini teşkil eden zerreler, âlemin zerratı içinde câmid, dağınık bir şekilde iken, bakarsın ki, mahsus bir kanun ile, muayyen bir nizam ile intizam altına alınarak, âlem-i anâsıra gönderilir. Âlem-i anâsırda sâkit, sakin, gizli bir vaziyette iken, birdenbire kafile kafile, muayyen bir düstur ile, yevmî bir intizam ile, bir kasd ve hikmet altında âlem-i mevalide intikal eder. Âlem-i mevalidde de, sükût içinde iken birdenbire acib, garip bir tarz ile, nutfeye inkılâb eder. Sonra, müteselsil inkılâblar ile, alaka olur; sonra mudga olur; sonra et, kemik olur. Bu inkılâbların her birisi, evvelkisine nisbeten daha mükemmel ise de, lâyıkına göre mevattır, yani hayatsızdır.
Sual: Mevt, hayatın zevalidir. Halbuki, o zerrelerde hayat yoktur ki, zevali mevt olsun?
Cevap: Mevtin o zerrelere ıtlak edilmesi mecazdır. Sebebi ise üçüncü, dördüncü düğümleri zihne kabul ettirmek üzere, zihin için bir hazırlamadır.