بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلرَّحْمٰنُ * عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ * خَلَقَ اْلاِنْسَانَ * عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
فَنَحْمَدُهُ مُصَلِّينَ عَلٰى نَبِيِّهِ مُحَمَّدٍنِ الَّذِى اَرْسَلَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَجَعَلَ مُعْجِزَتَهُ
الْكُبْرَى الْجَامِعَةَ بِرُمُوزِهَا وَاِشَارَاتِهَا لِحَقَائِقِ الْكَائِنَاتِ بَاقِيَةً عَلٰى مَرِّ الدُّهُورِ اِلٰ
ىيَوْمِ الدِّينِ وَعَلٰى اٰلِهِ عَامَّةً وَاَصْحَابِهِ كَافَّةً
Evvelâ: Şu İşaratü’l-İcaz adlı eserden maksadımız, Kur’an’ın nazmına, lâfzına ve ibaresine ait i’caz işaretlerini ve remizlerini beyan etmektir. Çünkü, i’cazın mühim bir vechi, nazmından tecelli eder ve en parlak i’caz, Kur’an’ın nazmındaki nakışlardan ibarettir.
Sâniyen: Kur’an’daki anâsır-ı esasiye ve Kur’an’ın takip ettiği maksatlar; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.
Sual: Kur’an’ın, şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malumdur?
Cevap: Evet, benî-Âdem büyük bir kervan ve azim bir kafile gibi, mazinin derelerinden gelip, vücud ve hayat sahrasında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen, kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celb etti. “Şu garip ve acib mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere, hilkat hükümeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı: