o katrelere münasip yaratılan melâikeler vasıtasıyla, o katreler müzahametsiz, müsademesiz nüzul ederler ve yere düşerler. Lâkin cevv-i havada muvazenenin muhafazası için yağan katrelerden boş kalan yerler, denizlerden ve yerlerden kalkan buharlarla doldurulur.
İhtar: Semada büyük bir denizin bulunduğuna edilen zehab, mecazın hakikat zannedildiğinden ileri gelmiştir. Evet, cevv-i hava, denizin rengini andırır. Ve küre-i havaiyede, münteşir bahr-i muhitten fazla su vardır. Binaenaleyh, cevv-i havayı denize teşbih etmek baid değildir; fakat, mana-i hakikî ile bakılırsa hatadır.
Sual: وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَآءِ مِنْ جِبَالٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ ayet-i kerimesinin zâhirine göre, yağmurun nüzulü doludan müteşekkil semada bulunan dağlardandır. Bunun izahı nasıldır?
Elcevap: Bir kelâmın, belâgata uygun, akla muvafık, mantığa mutabık olmadığı halde, mana-i zâhirisine yapışıp, mana-i zâhirinden ayrılmaması, o kelâm için bir cümudiyet ve bir sönüklüktür. Zira, Cennetin yemek kaplarının vasıfları hakkında قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ cümlesi, bir istiare-i bediiyeyi tazammun ettiği gibi مِنْ جِبَالٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ cümlesi dahi bir istiare-i bediiyeyi ihtiva etmektedir. Şöyle ki:
Cennetin kapları ne şişeden ve ne de gümüşten olmadıklarından, bu cümlenin mana-i zâhirisine hamli caiz değildir. Çünkü, o kaplara gümüşten yapılmış şişeler denilemez. Zira, her iki unsur arasında mutabakat yoktur. Ancak, قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ cümlesinden, mana-i mecazi ile hem şişenin şeffafiyeti, hem gümüşün beyazlığı kasd edilmiştir. Yani, o kaplar şişe gibi şeffaf, gümüş gibi beyazdırlar.
Kezalik, مِنْ جِبَالٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ cümlesi de iki istiareyi tazammun etmiş. Bu istiareler sâmiin şairane bir hayaline müessestir. Bu hayal de âlem-i süflî ile âlem-i ulvî arasında bir nevi müşabehet ve mümaseleti mülâhaza etmeye mebnidir. Yani, âlem-i süflî denilen arz, mevasim-i erbaada, bilhassa